Yıllar önce yazdıklarımı okudum az önce... Evet hem de hepsini. Yetmedi bir de açtım yaptığım şarkıları dinledim... Kimini bir kere kimini binden de öte...
Sonra baktım ki, kaç şarkı geçmiş fonda bense bakakalmışım şehrin titrek ışıklarına...
İçimde bir sıkıntı var diyordum bir kaç gündür. Dedim ki, umarım hayır ola...
Adını çok şey sanmıştım aslında; depresyon, umutsuzluk, yalnızlık, melankoli... Liste uzayıp gidiyor ve ben kendimce bu isimlerden birini yapıştırmaya çalışıyordum üzerime... Ayna karşısındaki ergen gibi.
Ama şimdi çok net her şey zihnimde, ruhumda, kalbimde ve benliğimde... Çok korktum başta ki, sanırım bu yüzden kendime bir türlü anlatamadım bunu... Belki de bu yüzden bir takım kalıplara sokmaya çalıştım durumumu... Aslında mevzu basitmiş yahu.
Özetle defterciğim;
Bir an gelir de, bir şeylerin aydınlanmasını yaşarsın. Ama bir anda oluverir. Kendiliğinden. Acıtabilir ki genelde acıtır da... Ama kimi zaman baştan, kimi zaman sonradan... Kimi zaman da her türlüsünden işte... Ne yani? Kelebeğe dönüşürken tırtılın canı yanmıyor mu sanıyorsun..?
Ben de aslında sevilmeye, sayılmaya, değer verilmeye ya da anlaşılmaya uygun biri olmadığımı ve asla da olmayacağımı anladım. İnsan sevmeye çalışsam da olmadığını gördüm. Zira, ya yanlış anlarlar ya da kullanmaya çalışırlar. Kimsede saf sevgi ya da saygı yokmuş. Sago'nun da dediği gibi, arkadaşlıklar bile en az bir çıkara dayalı.
35'imde vakıf olabildim ama olsun be, kelebeğin ömrü kadar ömrüm var mı bilmesem de kanatlarım var artık benim... Belki uçar belki düşerim... Belki çıtaları, zirveleri aşar, belki de çakılırım arzın merkezine kadar...
Ama anladım defter kaygılanma;
Bunun adı melankoli değil, aydınlanma...
(BURSA, 2024)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder