7 Kasım 2012 Çarşamba

Doğmamış Aşka Mektuplar (III)


Aşk yeterince haşmetli mi ? 
Peki niye hala yaş mendilim? 
Gözümde bir şeyler var nem gibi.. 
Aşk beni korur mu annem gibi?? 

Soruyorum sana "yar ben kimim ??!" 
Görsen yüzümün al rengini 
Tanıyamazsın şimdi söyle 
Aşk benim olur mu annem gibi... 



                       İstediklerimi vermediler bana kandırıldım kalleşçe
                     Şimdi gökte yüzüm olup bitenlerden hesap soruyorum hayretle
                     Hayatımı merak edersen gözümün önündeki kareleri say tek tek
                     22'ye geldim bu güne kadar tek becerebildiğim kaybetmek  
(Şanışer)



İlkte akla geleni yapmak lazım derler, zira ilk akla geleni yap yoksa karar vermek zorunda kalır, bocalarsın dediler de... eee? ne farkımız kaldı o zaman hayvandan, iç güdülerimizle gideceksek bu hayatta? gerçi düşündükce ben kim oldum ki şimdi? 
İnsanlara dert anlatmaya çalıştıkca, kafamda olan biteni çözdürmeye çalıştıkca, kim oldum ben? önemli olan kimin ne düşündüğü değil benim ne düşündüğüm olmamalı mı benim için..? 


Çekinmek ya da korkmak neden bu kadar zayıflık oldu? önümde kalan bi kaç gün... kıştan önce gelen ömrümdeki son güz... belki de... son kayıp olmalı bu, tanrının verdiği sözü tutması için vermem gereken son savaş belki de... bıkmadı da değilim hani; bi arkadaşımın sözleri gelio aklımın ucuna; "yaşayarak mı savaşıcaz lan, savaşarak mı yaşıyacaz?" 


Gitmek var ya aklımda... bu şehri beyninden vurup da gitmek... alnım ak olsa bile ilk defa da değil ya, alışık olduğum bişey oldu boynu bükmek... zira; boynun bükükken bakmaz insanlar yüzüne. korkarlar da bi yerde, yardım etmek zorunda kalmaktan... bu sayede gizlersin göz yaşlarını... kimse görmez gözlerinin buğusunu ve anlamazlar aslında ne kadar zayıf kaldığını...


Ben de görünmez olurum kendimce, ne zaman kaybetsem... emin ol üstüme de yoktur aslında saklanmakta. köşeye çekilip beklerim unutulmayı, karanlığa çekilip beklerim yok etmeyi umutlarımı, sessizliğe çekilip beklerim azrailimle sözleşip... 


Ve beklenen gün gelir... birden bire beliriveririm iç muhakemem sona erdiğinde, birden görünür olurum kalbimde birini daha idam ettiğimde...


Sustururum dilimi, soldururum kalemimi de, bi durduramam işte zamanın ritmini... ki odur aslında durduracak olan beni, susturacak olan kalbimi, solduracak olan bedenimi... 


Neymiş? karar verecek olan ben değilmişim ey ademoğlu! ben değilmişim beni durduracak! dost unut der , salla der, yapma der, etme der, der, der, der, der de der... onlar söyledikçe atarım derine herşeyi... o yüzden uyurum deli gibi... bilinç altım o kadar dolu ki, boşaltmam için bir gün değil belki bir ömür gerekli... 


uyanmak istemem sabaha... aklıma geliceksin diye ödüm de patlasa gözlerimi açar açmaz sen olursun her yerde... ben senin gibi değilim, ben dinleyemem insanları... 


ruh.dll bulunamadı!

insanoğlu seçimleriyle yaşar dediler. yaptık...
seçimlerin geleceğini belirler dediler... deliğimizin çapını aşmadık...
gelecek için hedefler koymalısın dediler. e onu da yaptık...
hedeflerine ulaşmak için hırs yapmalısın dediler... ucundan da olsa kendimizce hırslandık...

ya şimdi..?

teker teker elimize geçen fırsatlar için heyecanlanmak gerekmiyor mu artık..? ya da elde edilen bazı hedeflerin bizi kamçılaması..?

boşluk... hissiyatın adı bu olmasa da popüler tabiri bu...

yeni bir aşk ya da yeni bir iş için duyulan en azından duyulması gereken heyecan nerde şimdi..?

tam da seni bi yerlere bağlamak adına canını olabildiğine yakan sözüm ona "prangalardan" kurtulduktan sonra...

sanırım "istenmeyen otun başında bitmesi" olayı da bu... istemeye istemeye robotlaştık...

sonuç: ruh.dll bulunamadı..!

21 Haziran 2012 Perşembe

Deklarasyon..!

nasıl? dışarıdan bakılınca yeterince saf gelebiliyo muyum gözünüze? o gözler ki, at gözlüğüyle çerçevelenmiş, bir kaç pikselle dünyaya bakmaya çalışan... 

ya da ne düşünüyosunuz acaba, hayal alemlerinizde?  şöyle mi:
"bugün de yedik can'ı !" ya da "alttan alttan nasıl da laf vuruyoruz, hahaha" gibilerinden, nidasal edalar da mevcut mu?

cidden merak ediyorum. her şey bu kadar mı basit? bu denli dünyevi mi?

bunca şeye sessiz kaldım diye, nedendir bu ayak oyunları? acaba "ayak" oyunlarını, "akıl" oyunuyla karıştırmanızdan mı?

bilmek lazım gelir ki, yukarda bahsettiğim farkı anlayamamak tamamen cehaletle ilgilidir. yine de sesimi çıkarmıyorum, siz gibilere karşı... zira "cehalete, metanet gösterecek medeni cesarete sahiplik, ailevi geleneğimizdir."

ya da tarihten de mi ders alamazsın ademoğlu? benim tarihim ne ola ki ders alasın tamam da, sessiz atın çiftesi de pek olur be birader ya...

biliyorum sevenimden çok, sevmeyenim var etrafımda. bu sevmeyenlerin de bir tamamı da, yüzüme gülmeye devam ediyo ya, ne diyeyim; allah selamet versin...

tamam, kabul ediyorum. açıklarımı asla saklamıyorum. ama inatla bunları kullanmaya çalışmak niye? getirisi neyse bilmek istiyorum sadece... şan ya da şöhret filan mı sahibiyim? ya da bir kaç kız ya da erkek sizi daha mı çok sevecek? cebinize bir kaç balya mı girecek? tüm dünya size mi biyad edecek?

bunların herhangi biri umrumda mı acaba? alın hepsi sizin olsun da, sadece huzurumla bırakın beni bir başıma...

kim olduğunuzu, ne yaptığınızı biliyorum da, neden-sonuç bağını kuramıyorum bir türlü... üzülüyorum da bi yandan... "neden insanlar böyle saçma sapan yollar seçerler?"diyorum kendi kendime, sonra "çiğ süt emdiğimiz" geliyo aklıma...

sabrediyorum, sırlarımı paylaşıyorum, daha da samimi olmaya çalışıyorum ki; belki olur da, "dank" eder ve düzelirler diyorum... ama inadına yapar gibi aksi emareler göstermeye çalışıyosunuz, neden?

en çok da, değer verdiğim insanların bunları yapması canımı yakıyo ya ayrı konu... üzerimden prim yapmak suretiyle çıktığınız tepelerde ne kadar ayakta kalabileceksiniz, hep beraber bakıp görelim... deneyen hatta kendince başaranlar şimdi nerdeler? bilmez misiniz, hak etmeden elde ettiğiniz şeyler fazlasıyla bir şeyler götürürler sizden...

neyse abi, bakın dalganıza işte... er ya da geç yüzleşirsiniz yaptıklarınızla... bir çoğunuza bunu ben bizzat sağlarım da sıkıntı yok... bunu yapamayacağımı düşünenler varsa da, en başından "hakkım helal olamaz size" bunu bilseniz bile yeter desem de, zaten az buçuk bu tür kaygılarınız olsa, tüm bu tip ucuz uğraşlar içine girmezdiniz...

bugünlerde başarılarınızı kutlamaya devam edin... benden çok şey çaldınız, sevgi ve saygı da dahil... dediğim gibi; "eğer varsa yenen hakkımız, mahşere değin, esen kalınız..." en kötü ihtimalle o gün yüz yüze geleceğiz...

illa ki...

selametle... 

17 Haziran 2012 Pazar

Doğmamış Aşka Mektuplar... (II)

Şişenin dibinde kalan son duble rakı gibiydik...
Sen ve ben...
İkimizin de canı çekiyordu, deli gibi...
Lâkin;
Takati yoktu, bir yudum almaya kimsenin...
Anla işte...

26 Mayıs 2012 Cumartesi

destur..!

konyadaki son savaşa bir gün kaldı...
heyecan hat safhada, ayrı konu da; beni asıl -en güzeli olmasa da- buraya verdiğim beş yılım sıkıyo.
yaşadıklarım... yaşattıklarım... ve olumsuz geçmiş zaman kipiyle sonlandırdıklarım...
dile kolay bi yerde, 19'umdan, 24'üme...
benden başka üç farklı ben yaratan beş sene...
bursa'da beni bekleyen bir hayat var. burda bırakmaya hazırlandığımdan çok daha farklı...
konya'da bıraktıklarım da, en az bursa'da bulacaklarımın yarattığı heyecan kadar burkuyo içimi...

dedim ya, iki ayrı hayat... ikisini bi araya alma gibi bi şansım olsa, dakika düşünmez uygulardım da; yok da öyle bi dünya farkındayım, hani...

kaçabilmek adına (her şeyden) üçüncü bir hayat var planlarımın arasında... çok uzaklarda, çok farklı insanlarla, çok farklı bir ben olacak o hayatta...
new york, boston, los angeles, londra vs. bu liste çok da uzamaz aslında.

asıl sorun neresi ya da nasıl olacağı da değil. asıl sıkıntı şu ki; bu iki hayatın arasında kalmak bile beni bu denli gerebiliyosa; üçüncü bi hayat bana neler yapmaz..?

kaldırabilecek kadar güçlü müyüm acaba..?

başka bir hüsrana daha gücüm yok zira. bir şeylerden kaçmak benim tarzım değil aslında. "bu üçüncü hayatı bunun için mi istiyorum?" sorusuna bile cevap bulamıyorum şu aralar... sanırım yaşanan belli sıkıntılar ve hayal kırıklıkları buna sebep... kafamı rahatlattığımda buna da cevap bulurum elbet de, ben kaçmak değil, kalıp savaşmak istiyorum... gitmek de istiyorum ayrı konu. hayallerim mevzuyu bahis. ama arkada karanlık bırakarak değil, aklımın en ufak, en derin, en karanlık köşesini dahi aydınlatarak gitmek en işlevsel anahtarım benim...

ne kadar gücüm yeter. ne kadar sabrederim bilmiyorum da, "sanırım bi şekilde hallederim yine" diye düşünüyorum... sahte dostluklar, sahte sevgiler illaki olacak gittiğim yerde de, ama en azından artık canımı yakmalarına izin vermeyeceğim.

bunu da "güvenimi zula yapıp, kendime kalmasını sağlayarak" yapıcam yine...

ama her şeyden önce; şu allahın belası okulu bitirmem lazım... materyallerim hazır, ben ise nazırım. burdaki son göreve tam anlamıyla odaklanma zamanı. ve yaldız bu işi bitirebilecek kapasitede...

destur..!



20 Nisan 2012 Cuma

adam olmak zor iş, zira...

her şeyden önce adam olmayı bilmeli ademoğlu bu hayatta. gerçi kime sorsan adamın hası ya kendisi. kime göre neye göre adamlık kaldı bu devirde bilemedim. yüzsüzlüğün anlamı yok hani. azıcık delikanlı olup da arkandan iş çevireceklerine çıkıp yüzüne söyleyebilseler diye çok yakınırsın tanrıya ama nafile. zira zaten o -sözüm ona- adamlar şeytanın hizmetindedir. delikanlı olmaya yese maçaları zaten sorun yok. biraz Güven Özveri ve Tecrübe meselesi olan biten...

yanlış anlaşılmasın sözlerimin hedefi filan yok da, genel olarak insanlığa sesleniyorum. ama depomu full'leyen bi kaç adam müsvettesi de yok değil.

ne diyoduk? hah! adam olmayı bilmek lazım kardeşim. şu kardeşim lafına uyuzum ya neyse. adam olmayı bilmek diyorum zira genel olarak böyle hitap ediliyor. erkek-kadın farkı gözetmiyorum bu yazıda. hoş, bi yazıyla kimsenin yola geleceği de yok ya, ben sadece içimdekileri dökeyim istedim. bilirsin senden başkasına da anlatamam böyle şeyleri. 3 kuruşa satılan dostluklar, 250 grama unutulan kardeşlikler... olaylar olaylar...

hayat acımasız be birader. sen yanlış yapmamak adına ılıman takılırken, insanların arkadan çevirdikleri dolapların fırtınası aklında değil, kalbinde yıkıma neden olur, ayrı...

kimseye mi güvenemicez lan bu hayatta? ya da kepo'nun dediği gibi: savaşarak mı yaşıycaz lan, yaşayarak mı savaşıcaz..? 

her seferinde söyledim, insanlara... ben güven açısından büyük sıkıntılar yaşadım. bu yüzden güvenden yana problemlerim farklı. çözümü dostlarımın elinde...
ama bakıyorum ki, asıl dostlarım mahvediyomuş güvenimi... çok da uzatmak istemiyorum aslında. zira içimdeki fırtınalar beni bağlar. zaten bunu sallaması gerekenler sallamayacaklar, biliyorum...
sıkıntı yok... siz yokken de ben ayakta kaldım. sizsiz de hayatım da bi bok eksilmez. bir kere verdiğim şansı ikiletmem. NOKTA!

"allah selamet versin, sözüm ona kardeşlerim..."

23 Mart 2012 Cuma

İçimden Geldi... (IV)

hadi bana yaşamak için bi neden söyleyin..? aile mi..? amaçlar mı..? dostlar mı..? hedefler mi..?
ya ben tüm bunlardan vazgeçebildiysem..?

ve sen...

tüm bunları algılamak yerine, gidip bir başkasını seçebildiysen..?

hayat denen yalanı kucaklamak yerine, ben acımla oturup gecelerce, yıllarca, kadehlerce ve ömürlerce bekleyip ağlamayı seçtiysem...?
değip değmemek bi yana dursun da, ya ben canlı canlı toprağa girebilmeyi seçtiysem..?
bana gelip gelmemen umrum dışıysa ve ben sadece hayalinle yaşamayı, uzun lafın kısası;
ben,
seni sevmeyi,
sevdiysem..?

kim olduğun ya da ne olduğunla ilgilenmeyip, gözlerinin gülüşüne bir ömrü feda etmeyi seçtiysem..?
ve her şeyden önemlisi;

ben sana rağmen seni sevmeyi seçtiysem...

ve sen de gidip bir başkasını seçtiysen,

ladese binaen...

hadi varsa hala yüzün,
bana yaşamak için bir sebep ver... nahüzün...
hadi bana kestane şekeri dahi yiyememeyi anlat,
eğer varsa gücün..?
hadi beni vazgeçirsene,
tatlı ve huzur dolu yüzünden ölümün..?

7 Mart 2012 Çarşamba

siz insanlar...

siz insanlar;
aşkı, sevgiyi kafanıza göre şekillendirebileceğiniz oyun hamuru gibi görmeye devam edin!
ama biliyorum ki, bir gün tüm gerçekliği ve çıplaklığıyla yüzünüze tokadı bastığında;
hepiniz beni anlayacaksınız...
fakat; o gün ben çoktan ölmüş olacağım, yazık...

Bir Şizofrenin Otokontrol Denemeleri -II-

merhaba defter,
7 ila 8 mart arasında bir yerlerdeyim şu anda. arafta yine haliyle. uzun zaman sonra yine parçalı bulutlu gözlerim... yağışa meyili fazla.
kendimle başbaşa... bir başıma... bir yanımda meleklerim ağlarken, bir yanımda celladım ellerini sıvazlıyor, yine, yine, ve yine...
elimde bir kaç kalan son umudum da, kum gibi kayarken ellerimden; aklımda bir fırtına, kalbimde kopana binaen ufak bir meltem gibi...
ellerimle yaptığım kalbimin sonsuz hapishanesine son kilit vurulmak üzere... son mührü tam da şakağıma çakmak üzereyken hem de...
şimdi bunu okurken onun kalbinde en ufak bile bir çarpıntı yok biliyo musun..? gerçi okuması da milyonda bir olasılık ya şu aralar... bizimki doğmamış çocuğa mektup bir nevi...
ama dostlarım çok kızıyorlar bana biliyo musun..? haklılar da belki... ama kızamıyorum onlara... bazen sitem edesim geliyor. hatta ettiğim de oluyo ne yalan söyleyeyim...
resmen hayatı kaçırıyorum hem de tam şu an... neler neler bekliyo belki de şu kapıların ardında...
ama yok gücüm be defter. biliyosun beni. nefes almak bile çok büyük sıkıntı zira. titriyorum her nefesi içime çekişimde...
yaşamak bile başlı başına dert kaynağı sanki. derdim küçük emrah edebiyatı değil, nolur beni yanlış anlama. zira yanlış anlayanlar şimdi çoook uzaklarda...
korkuyorum defter. üşüyorum sıcacık yatağımda bile... güçsüz kaldım en çok güçlü olmam gereken zamanda...
hüzünse artık alışılageldik bişey oluyo nedense... ve kendimle savaşıyorum defter biliyo musun..? kıran kırana bir savaş bu... kazananı ve kaybedeni belli olmayan türden... aşk gibi...
"kal gittiğin yerde mutlu ol ya da gel kalbimde tahta sahip ol" diyo bak kenan şu anda... dalga geçer gibi... ya sa sadece hislerime tercüman... bilmiyorum...
bir arkadaşımın dediği gibi belki de gitmek en doğrusu... sesini kesip, kalbini yerin yedi kat dibine gömüp, bu şehri, bu ülkeyi beyninden vurup gitmek en doğrusu...
nereye mi? uzaklara hem de çok uzaklara... dönülemeyecek kadar uzaklara... sen anlarsın, sen bilirsin işte...
ya da şöyle bir yıllığına ölüp de, çevremdekileri görmek istiyorum. onlar beni hissedemeden... görsem kim, ne düşünür acaba..?
"böyle de yaşanır mı?" deme kadim dostum...
zira:

31 Ocak 2012 Salı

a kind of apologize...

I'd never ever think about seeing you sad
Or mad cos of my unfaithful bad
An apology aint enough i sense
I just wanna be with you and nothing else

No matter what it is gonna cost
To you, i can never say goodbye
I swear to god with all my soul 
Since you are my life till the end of the line

(02:30 01/02/2012 Bosnia-Herzigova KONYA)

Doğmamış Aşka Mektuplar... (I)

Yolumu da alırım ben hiç bişey sormadan
Serzeniş yıkım olsa geçer beni kasmadan
Susmadan susamadan ölürsem ben yek
Tepkime bakan olmaz buna bile yok zaman

Mutluluk enikonu hak etmiştim belki de
Çok fazla basit olmaz yazmalı dergide
Silmeli belki de yaşanmışı celsede
Geçmişe takık olma yarına gel bi de

Yarınım umut dolu uğramazsa hüsrana
Bu adamsa mecnun olur arar seni vahada
Geleceğe bakış açım en geniş safhada
Girdin ya hayatıma beni hafife de alma

Ağlama sakın ola çok zaman sana bana
Bakma sen laflara ikimizi yoklama
Ardımızda yara bere belki de çok ama
Boş çene yalan olur bugün biziz patlama

Nisan mayıs bahar ayı içeriği yaz gibi
Neşeme de tek sebep ilhamımsa sen tipi
Yoklama var gibi gönlümün tam dibi
Kurşunun sebep olmaz çekmişsin sen pimi

Mazi birden yalan olur şehveti kalmamış
Binlerce insanımın hesabı da tutmamış
Bana bile uğramaz kahrolası karakış
Sahneme gelen gülü yakar atar alkış

Ama yine var gibi şöhretin etkisi
Düşmanım tepetaklak tanrının hikmeti
Yıllara meydan okur melankoli iblisi
Miğfere çarpar gider kahpe felek sillesi

Disslerin iğnesi yaklaşamazken
Aklımın miğferi bana kalan tek sen
Tekken’e benzer hayat hep savaş sahnesi
Farkıma varamadı kalleşin hilesi

4 Ocak 2012 Çarşamba

Bir Şizofrenin Otokontrol Denemeleri -I-

merhaba defter,

ilk defa sana yazıyorum ben bugün. hep senin sayende duyurdum dertlerimi. ama ilk defa birebir sana anlatıyorum. gerçi acayip de bencillik yapıyorum sanırım. baksana seni hiç dinlemedim... gerçi ben bu bencillik olayını çok yapıyorum galiba. hele bugünlerde... 

bazen o kadar kızıyorum ki kendime hatta amacım hedefimi değil sadece; beni, bendimi bile aştığı kanısına varıyorum çoğu zaman... ama ne fayda... nasıl bi hata yaptıysam, bu neyin cezasıysa, sürünmekten ve insanlara mutluyum taklidi yapmaktan bıktım usandım artık...

ama anladım ki, ben mutluluğu haketmiyorum be, birader... yok, bana uymuyo herhalde... bi oyun filan mı oynasam ben de, şu filmdeki gibi. ya da gerçekten görmüyo muyum, benim için mutluluğun aşkta ya da sevgide olmadığını...

bi kere; ben ömrüm boyunca sevilmedim, ne kadar çok sevsem de... bana hiç aşık olunmadı biliyo musun..? ve ben gerçekten aşk nedir tadamadım... sevgiyi ailemden dostlarımdan öğrendiğim kadarıyla bildim... ama "sevgili" düzeyinde, sevginin sözcük manasını her ne kadar bildiğimi de söylesem, üzerine ihtisas maksadında yazılar, şiirler de karalasam, hiç tatmadım... yaşamadan bilemem zira(!)...

ve sanırım bilemicem de... düşündükçe çıldırmanın eşiğine geliyorum defter... hani, çok denedim be oğlum... çok kişi geldi geçti hayatımdan da, ya akıllarında kalan birini aradılar bende, ya da benleyken akıllarını almasını bekledikleri başkalarını... sorsan, hayatlarında benden başka kimse yoktu... başkalarından başka...

her seferindeyse avutuldum; "seni kaybederler", "sen gibisini bulamazlar", "kralsın, büyüksün, adamsın, vs." ben büyük filan değilim aga, ben büyümek de istemiyorum artık... ben bilmemek istiyorum. ben babaannemin yanında uyumak istiyorum yine... bütün gün atarimle oynayıp, babaannemin "paşa çayı"nı içmek istiyorum tüm gün... "yi, guzum yi bak, yuğsa beşinden govala" (ye kuzum ye bak, yoksa peşinden kovalar => yörük diliyle) diye elinde tereyağlı ekmekle peşimden koşuşturmasını... 

ben çocuk olmak istiyorum tekrar... tuz buz olmamış, tertemiz hayallerle süslü, hiç bir hırs ve ya façayla pisliğe bulanmamış bir kalp... tek derdim amcalarımın bana alma vaadiyle masaj yaptırdıkları tadelle olsun istiyorum... ya da tek korkum babaannemlerin salonunda top oynarken kırdığım florans yüzünden dedemden hiç yemediğim fırçayı yeme korkusunu yaşamak yeniden... tek hayaliminse bmx bisiklet olmasını...

aile kurup, kızım, oğlum ve eşimle huzurlu, böyle mutlu bi hayat filan sürsek... pikniklere filan gitsek mesela böyle; göl kenarında papatyaların içinde filan... HADİ ORDAN!!! kimi kandırıyorum ki ben..? kendimden başka..? hatta var ya, isimleri bile düşündüm lan. kızım: ada, oğlum: doruk... ama annelerinde sıkıntı çıktı gibi ki, gerçi sanırım en önemli ve gerekli nokta da ordaydı... "....seda, sevil, arzu, irem..." bi onun adını koyamadım... 

aman neyse, ne de olsa olmıcak öyle bişey. ve sadece iş hayatım olucak benim... ev hayatımsa; koşu bandım televizyonum, kadehlerim vs. ve ben olucaz... bu gerçekle yaşamaya alışmalıyım kardeşim be... neyse ki dünyanın en tatlı, en akıllı, en minnoş kız kardeşine sahibim... 14 yaş gibi bi farka da bakarsak, kızım gibi zaten...

benim yaşadığım en büyük mutluluk, elifnaz'ın bana içten sarılmasıydı bugüne kadar, bundan sonra da değişmez... 

insanlar hayata belirli amaçlar için gelirler. bense, çevreme yararlı olmaya geldim, kendime değil. ve kariyer yapmak için varım, fark yaratmak bana sadece tüzel hayatta haiz. zor, sancılı, acı bi hayat gibi... ama başta da dediğim gibi kardeşim; alışmak zorundayım... 

sevgi ve saygılarımla...

Hakkı Can Yaldız değil, "sadece Can"

03:03 - 04/01/2012